26 Temmuz 2015 Pazar

Gitme Zamanı

Bitirmiş olmanın boşluğunu yaşıyorum iki gündür.Blog'a aktarmak için neyi nasıl anlatmam gerektiğinin içinden çıkamıyorum.
Son sayfaya geldiğimde parmaklarımın istemsizce ileride sayfa aradığı inanılmaz bir kitap...Neyse ki dörtlemenin ilki olduğunu öğrenip derin bir oh çekiyorum.
Batın ve Zahir...İç içe geçmiş iki kitap...
Bir taraf hepimizin kendinden mutlaka birşeyler yakaladığı günlük hayat ,diğer taraf ise varoluşun,varolmanın keşfine yönelik mistik bir yolculuk.
Öyle bir yolculuk ki ; bedenlenmiş beş siyah cübbeli ile karşılaşmayla başlıyor.
Çift başlı düalite(kadın ve erkek ); simyacı ; Azrail ; An'ın önemini anlatan usta Saatçi; bedenlenmiş 7 ; konuşan Zar,piyango biletleri ,rulet masası; ünlü kuantum fizikçisi Erwin Schrödinger 'in en önemli deneyinin baş Kahraman'ı olan kedisi ; eril ve dişil enerjinin hayatlarımızdaki varlığını anlatan Tanrıça İsis; evrenin Yasaları'nı, işleyiş prensibini anlatan hareketli kitapları barından kütüphane ;dört Duvarı simsiyah kapısız,penceresiz bir odada karşılaşılan sayısız beden geçişleri ile insanın nereden nasıl geldiğinin sorgulanması; bir üniversite amfisinde Aristo,Platon,Spinoza,Kant,Nietzsche,Sartre,Farabi,Yunus Emre,Mevlana Celalettin Rumi ,Farabi... Gibi düşünürler ,filozoflar ile ahlak felsefesine bakış...Ve daha Batın Bölümü'ne dair bahsedemediğim onca karşılaşma, bizi bulunduğumuz mekanlardan alıp götürüyor.Tıpkı kitabın adı gibi "Gitme Zamanı" 'nı sorgulattırıyor siz farkında olmasanız da...
Zahir'de ise; Selim,Burcu,Aslı,Zümrüt,Bengü,Ali ve Bülent karakterlerinin hayatlarına misafir oluyoruz.Aslında misafir olmaktan ziyade herbirinde bir parça kendimizi görüyoruz.Şaşılacak derecede hem de...
Selim ile Burcu'nun büyük bir aşkla başlayan ilişkilerinin,evlenip çoluk çocuğa karışmaları ile birlikte,birbirini çok seven iki dosta dönüştüğünün; platonik bir aldatma ile ortaya çıkması...
Selim'in bu aldatma karşısında sinirlenip hiddetlenmek yerine kendini sorgulaması ve bir dönüşümün içine girmesi...
En yakın dostu Aslı ile yapılan diyaloglar...
Aslı...
"Dile getirilemeyen,yaşanılamayan aşklar,yaşananlardan daha fazla yorar...Yarım kalmış aşklar kadar acı verir hiç başlamamış olanlar.Hele ki yanı başındaysa,gözünün önünden geçip gidiyorsa...Yıllar geçse de üzerinden ,yaşanılmamış olan sende yaşamaya devam eder.Zihninde sorularla,her anındaki keşke'lerinle ve damarlarını titreten yüreğindeki ateşle"
Bengü çıkar karşısına Selim'in bu dönüşüm evresinde.Sadece cinsel açlığını gidermek amacıyla gittiği Bengü'nün evinden ayrılırken bulduğu broşür...Ekolojik Yaşam Kampı...
Bu kampta tanıştığı Zümrüt....
"Benzer ruhlar birbirini bulduğunda,bazen gizemli bir çekim olurdu ve insan karşısındakini yıllardır tanıyormuş gibi hissederdi böyle..."
"Seni görüyorum.Ruhunu,içindekileri,yaralarını,duygularını hissediyorum.Biliyorum çok saçma ama seni benden bir parça olarak görüyorum"
"Şimdi sarılalım mı ?sadece on dakika? "
Selim'in dokunmak istediği kızın bedeni değildi.Bedenin ötesinde gizlenenlerdi...

Tüm bu yaşananların merkezinde yeralan Selim'in Ne olduğunu? Kim olduğunu? Nereden geldiğini ? Nereye gittiğini ? sorgulamasına an ve an tanık oluyor ve kendinize uyarlıyorsunuz kitap boyunca...
Çok şey yazdım farkındayım ama inanın ki aslında yazdıklarım okuyacaklarınız yanında minicik bir girizgâh...
Okunmamış olmasının çok büyük bir eksiklik olacağını düşündüğüm bir yapıt...
Gönlüne sağlık Aret Vartanyan...Teşekkürler...




28 Haziran 2015 Pazar

Trendeki Kız

"Hergün önünden geçtiğimiz evlerde aslında neler oluyor"
Ilginç bir kurgu...
Rachel; hayattan hiç bir beklentisi kalmamış , Kocası tarafından terkedilmiş,işinden atılmış ve kendini alkolün ellerine bırakmış sorunlu , takıntılı bir karakter.Hergün işe gider gibi aynı saatte trene binmekte ve gördüğü evlerdeki hayatlar hakkında tahminler yapmaktadır.Bir zamanlarki mutluluğuyla onları kıyaslamakta ,kendini o mutlu ortamlarda hayal etmektedir.
Bu oyun hiçbir umudu kalmayan hayatında onun en keyif aldığı şey haline gelmiştir.
Seyrettiği evlerden biri vardır ki ,Rachel hergün o evde yaşayan karı kocanın birbirine olan sevgisine , mutluluklarına şahit olmaktan apayrı bir keyif almaktadır.Kendini koymaktadır o evdeki mutlu kahramanın yerine...
Fakat bir gün yine bu tren yolculuklarından birinde ,öyle bir detay farketmiştir ki kafasında planladığı mutlu aile kurgusu bir anda altüst olmuştur.Farkında olmadan öyle büyük bir sırra şahit olmuştur ki...
Ve ertesi gün kadının kaybolduğu haberini  duymasıyla sadece kendinin bildiği Sırrı üzgün eşe ve polislere söylemesi gerektiği düşüncesi ile daha önce sadece seyrettiği hayata dahil olmak zorunda kalmıştır.
Ancak çok önemli birşey vardır,Alkolik olmasından dolayı kimse onun şahitliğini dikkate almamaktadır.
İşte böyle bir hikayenin içinde sürüklenip gidiyorsunuz ,ne olacak ? merağınız kitabın sonuna kadar aynı canlılıkla devam ediyor.
Kitabın kahramanları olan Rachel,Megan ve Anna 'nın dilinden anlatılan bölümler ilk başta bir kopukluk hissi verse de sonrasında kitabı daha okunası kıldıran bir anlatım tarzına dönüşüyor.
Tam herşeyi çözdüm derken , hiç de çözememiş olduğunuzu kitabın sonunda idrak ediyorsunuz ki işte burda "hadi be" sözcükleri hasıl oluyor :))
Macera,gerilim tarzı kitapları seviyorsanız dimağınıza aktarılması gereken bir kitap olduğu aşikâr.
Heyecanı çok zirve yapmasa da yine de çıtayı çok düşürmedi bende , kesinlikle okuyundan ziyade ,elinize geçerse okumadan geçmeyin der sözümü bitiririm  :)))

6 Şubat 2015 Cuma

Başucumda Müzik

Bir kadın...
İçinde tüm haşarılığı barındıran bir çocukla yaşayan güzel bir kadın...
Anlık bir karar ile kendi kurtuluşuymuş gibi gördüğü bir evliliğin içinde buluyor kendini.Belli bir süre bu fotoğrafın güzelliği ile kendini kandırmayı başarsa da ; bunun çok uzun sürmeyeceğini, kaderin birkaç saniyelik bir oyunu ile anlaması geç olmuyor...
İşte sadece o birkaç saniye kitabımızın kahramanının hayatını, hatta ömrünü bambaşka bir noktaya taşıyor.Kalbinin ritmini değiştiren o birkaç saniye onu artık geri dönülemez bir aşkın içine atıyor...Kürşat Başar öyle yalın,öyle akıcı bir üslupla yazmış ki ,bu ömrü seyreder gibi okuyorsunuz.
Bir erkeğin kaleminden bir kadının yaşadığı bu yasak da olsa inanılmaz aşk insanın içini burkuyor...canınız acıyor resmen bu aşkın çaresizliği karşısında...
bir erkeğin;  bir kadının duygularını bu kadar iyi ifade edebiliyor olması bile kitabı okumak için yeterli bir sebep bence...
Biraz melankolik olmak istiyorsanız ve bazı rastlantıların sıradan olmadığına, alınyazısı olduğuna inanıyorsanız ; okunması tavsiye :) 


20 Aralık 2014 Cumartesi

Sanrı

Kendini mesleğine adamış başarılı bir doktor olan Tamer'in etrafında başlayan olaylar dizininin, birbiriyle hiç alakası olmayan kişileri biraraya getirmesini soluksuz okuyorsunuz.
Tamer'in ilaçlara ve bileşenlerine karşı olan tutkusu onu önce hapishaneye sonrasında da şizofreni teşhisiyle hastaneye düşürüyor.Tedaviye devam şartıyla taburcu olmasıyla normal hayata başladığını sanıyorsunuz ancak işte tam da burada yazar ustalıkla okurlarını ters köşeye yatırıyor.
Herşey şizofren doktorumuzun kanser denen illetin üstesinden gelecek ilacı bulması ile başlıyor ve onu ele geçirmeye çalışan insanların yaptığı olaylar örgüsü ile devam ediyor.Tutku, hırs, özveri,güven,düzenbazlık ,sahtekarlık ,aşk, aldatma vs...Olayların gerçek mi , yoksa sanrı mı olduğuna okurken gerçekten karar veremiyorsunuz.
Hem bu kadar yalın bir dil kullanıp hem de giz duygusunu olabildiğince okuruna geçiren yazarın ilk romanı olmasına rağmen dahasının geleceğine eminim, gelmesini umuyorum :) 
Bir sayfa daha , bir sayfa daha diye diye bir çırpıda biten bu kitabı edininiz , okuyunuz :)
Son olarak kitabın kapağında yer alan ve beni iliklerime kadar etkileyen cümleyle bitiriyorum "Yaşadığın her şey bir illüzyondan ibaretse,şimdi kaybolma sırası sende..."


30 Kasım 2014 Pazar

Abim Deniz

Inanılmaz bir kitap, tek kelimeyle çok etkilendim.
Ailesi tarafından yıllarca saklanan mektuplar, fotoğraflar,kartpostallar,belgeler o kadar dokunaklı ki...Söylenecek, hatta haykırılacak o kadar çok şey olmasına rağmen ,az önce kitabı bitirmiş olmanın düğüm düğümlüğü ile ne yazsam kifayetsiz kalacağının farkındayım.
Can Dündar'ın ustalığı ve ailenin içtenliği aldı götürdü beni.
Kâh tebessüm ettirdi
Kâh gözlerimi sulandırdı
Kâh "kahretsin bunu da mı yapmış devlet" diyerek isyan ettirdi...
Çok başka...
Deniz Gezmiş'in bambaşka hallerini bilme fırsatı yaratan bu kitap mutlaka okunmalı.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Şibumi

Hani bazen hiç bitirmek istemezsiniz ya,okurken filmi çekilse diye hayal edersiniz,hatta kimlerin oynayabileceğini bile kurgulattırır kafanızda...İşte öyle bir kitap Şibumi.Sahneler o kadar canlı ki okumuyor izliyorsunuz.
Katya'nın Yazı'nda da bahsetmiştim yazarın sıradışılığından ,Trevanian takma adı ile,kim olduğunu ,nerede yaşadığını gizleyerek 10 adet kitap yayınlamış,2005 yılında ölümü ile gerçek kimliği açığa çıkmış ( Rodney William Whitaker ) ancak vasiyeti gereği mezarının yeri dahi sır olarak saklanmıştır.

Kitaba adını veren Şibumi; bir yaşam felsefesi...
 "Anlatılamayacak bir niteliği tarif etme çabası.Bildiğin gibi Şibumi,sıradan,olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır.Şöyle düşün.O kadar doğru bir söz ki cesaretle söylenmesine gerek yok.O kadar dokunaklı bir olay ki,güzel olmasına gerek yok.O kadar gerçek ki,sahici olmasına gerek yok.Şibumi demek bilgiden çok anlayış demek.İfade dolu bir sessizlik demek.Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek..." syf:84
Böyle anlatılıyor kitabımızın baş kahramanı Nicholai Hel 'e Şibumi ,onu yetiştiren Japon general Kişikava Takaşi tarafından.

Nicholai Hel,yarı rus, yarı alman asıllı , Şanghay 'da doğup, bir Japon generali tarafından büyütülmesi dolayısıyla yedi dili anadili gibi konuşabiliyor. Üstad Oteka San tarafından öğretilen ,özü Tao felsefesine dayanan Go oyununu yaşıyor hayatının her anında.Ayrıca sahip olduğu yakın algılama yeteneği ve kalem ,plastik bardak ,kağıt gibi materyallerle silahsız insan öldürebilme kabiliyeti sayesinde dünyanın en çok kazanan ve korkulan kiralık katili oluyor.Fanatizm derecesinde de amerikan karşıtı kahramanımız.
Bask bölgesinde inşaa ettiği şatosunda emekliliğe ayrılmanın keyfini cariyesi Hana ile sürdürdüğü sırada hasıl olan olaylar ve bir gönül borcu dolayısıyla eski işine geri dönüş yapmak zorunda kalıyor.
Karşısında CIA 'den bile güçlü Ana Şirket var.Temel amacı para kazanmak olan Ana Şirket tüm örgütlerin birleşimi niteliğinde.
Münih olimpiyatlarında atletlerin öldürülmesi üzerine kurulan Münih Beşlisi isimli gruba mensup iki kişinin; Ana Şirketin  Roma havaalanında düzenlediği çok kanlı çatışmada öldürülmesi ile başlayan olaylar dizini...Bu katliamdan şans eseri kurtulan Hanna Stern 'in( aynı zamanda Münih Beşlisinin de bir üyesi )  amcasının dostu olarak bildiği Nicholai Hel'in yanına gitmesi ile devam ediyor.
Gerek olayların kurgusu,gerekse karakterlerin gerçekçiliği ile kitap doyumsuz bir tat bırakıyor.Daha önce nasıl okumamışım diye hayıflandırıyor insanı.O kadar çok detay ve anlatılası şey var ki içinde özet bile geçilemeyecek kadar yoğun olaylar ve duygu seli barındırıyor 445 sayfanın herbiri...
Ben çok ama çok beğendim...Mutlaka okunulası.... 




21 Ekim 2014 Salı

Kolera Günlerinde Aşk

Kaçınılmaz bir şeydi : Acıbadem kokusu ona mutsuz aşkların yazgısını hatırlatırdı hep...
19.yy 'ın sonlarında geçiyor roman.
Zengin bir tüccarın kızı Fermina Daza, telgraf memurluğu yapan Florentino Ariza ve kolera günlerinin en mücadeleci karakterlerinden biri olan zengin ,aristokrat Dr. Juvenal Urbino üçgeninde geçen 50 küsur yıllık bu ilişki insanı derinden etkiliyor.
Fermina ve Florentino'nun ilk bakışta gerçekleşen ve mektuplaşmadan ileri gidemeyen büyük aşkı, bu aşka karşı çıkan babanın kızını uzaklaştırması ve nihayetinde başka biriyle evlendirmesi...
Herşey bitti gibi görünüyor değil mi ? Halbuki herşey Florentino için yeni başlıyor. 
Hayatının aşkına ulaşabilmek için tam 53 yıl 7 ay 11 gün bekliyor, bıkmıyor, pes etmiyor ve aşkının ona bir gün mutlaka döneceği umuduyla yaşıyor bu yarım asrı...
Aşk uğruna çekilen acının kutsallığına inandırıyor bizleri Florentino.Hayatına giren onca kadın olmasına rağmen kendisini hep Fermina Daza'nın eşi olarak  düşlüyor ve buna ulaşabilmesi için tek yolun Dr.Urbino 'nun ölümü olduğu gerçeği üzerine hayatını idame ettiriyor.
"Belden aşağısı bedenin aşkıdır, belden yukarısı ruhun" sözüyle de bence yaşadığı hiç bir kadının ruhunun aşkı olamadığı gerçeğinin üzerini vurguluyor ustaca.
Aşk romanı olmasına rağmen içinde toplumsal sorunların, iç savaşın,ebeveyn ilişkilerinin , kolera salgınının , sağlıksız yaşam koşullarının da kaleme alındığı bu Nobel ödüllü yapıtı; okunması gerekenler listenize hiç düşünmeden ekleyin derim ben.