24 Ağustos 2014 Pazar

İş İşten Geçti

Jean Paul Sartre'nin bu enteresan konulu kitabını çok büyük bir merak içinde aradım.
Ilk baskısı 1955 yılında yapılmış, benim elime zor zahmet geçen baskı 1969 yılına ait...
İki farklı statüye sahip insanın ölümden sonra karşılaşmasını ve aralarındaki aşkı konu alan kitapta Sartre'nin hayalgücü insanı şaşırtıyor...
Film gibi izliyorsunuz Eve ve Pierre'nin başından geçenleri...Herşey 140.maddenin iki ölünün karşısına çıkması ile başlıyor ;
Onlar birbirlerinin ruh eşi olduklarını 24 saat içinde kanıtlayabilirlerse, sevgilerini herşeyin üzerinde tutabilmeyi başarabilirlerse ; yeniden yaşama geri dönecekler...Kanıtlayamazlarsa da tekrar ölüler diyarına geri dönecekler...
Evet 24 saat!!! Sadece 24 saat içinde hem aşklarını ispatlayacak , hem de yarım kalmış işlerini halletme arzusuyla her ikisi de bu maddeyi kabul ediyor...
Eve , kendisiyle parası için evlenmiş olan kocası tarafından zehirlenerek öldürülmüş olduğu için , geride kalan kızkardeşini bu adamdan kurtarmak için geri dönmek istiyor...
Pierre , bir direnişçi ve komploya kurban edilerek kurşunlanıyor...Bir ölü olarak dirilerin arasında gezerken öğrendiği birtakım planları arkadaşlarına aktarmak ve davalarında kazanmış olmak amacıyla geri dönüp arkadaşlarına kurulması planlanan tuzaktan uzak durmalarını söylemek amacıyla geri dönmek istiyor...
Halbuki madde ne diyor ? "Aşkınızı yaşayın , sevginizi herşeyin üzerinde tutun"
Ve malesef insanoğlunun zamanında herşeyi yapabilecekken ,iş işten geçtikten sonra aklının başına gelmesi...
Hep böyle değilmidir???
Kısa kısa sahnelerden kurulu,içinde yazarın yorumu ve tahlili olmadan ,sadece insanların yaşadığı senaryo-roman tarzı bu kitap bize zamanın kıymetini çok derin bir şekilde anlatıyor...
Temin edebilirseniz okunması tavsiye :)

8 Ağustos 2014 Cuma

Kürk Mantolu Madonna

 
 
1911'li yıllarda kaleme alınmış olmasına ragmen ,bu kadar sade ve doyumsuz anlatım; beni , Sabahattin Ali'nin bugüne kadar hiçbir kitabını okumamış olmamdan dolayı utandırdı.
Hatta öyle bir detay var ki ,olayın gerçekliğinin bence en büyük ispatı ve ben bundan çok etkilendim.Yazar, romanın ikinci kısmı olan Maria Puder ile yaşanan ilişkinin anlatıldığı kısmı askerde iken kaleme almış.Ve sağ kolunun çatlamış olmasına aldırmadan ,sıcak suyun içinde kolunu bekletip ,yumuşattıktan sonra kaldığı yerden devam ediyormuş. Bu aşk değil de nedir ? yazmaya ya da Maria Puder 'e...Her kime veya neye ise...
 
Sıradan, hatta belki de sıradan bile denilemeyecek kadar yok sayılan bir adam Raif Efendi.Bir taraftan hayat onu görmemiş, diğer taraftan o hayatı hiçe saymış.
.Kalabalığın içinde yapayalnız.Kimseye ihtiyaç duymuyor,kimsenin varlığı onun ruhunu etkilemiyor.Tek inancı kalbi ,bir zamanlar derinden sarsılan ve  iki kişilik olan kalbi.
Bu kadar sessizliğin, kendini kapatmışlığın  altında gizli, gümbür gümbür hüzünlü ve gerçek bir aşk hikayesi
O kadar içimizden biri ki Raif Efendi kitabı okudukça kesinlikle bu olayın yaşanmış olduğuna inanıyorsunuz.
Bu aşkın ikinci yüzü olan Maria Puder ise güçlü ,güçlü olduğu kadar umursamaz ve bir o kadar da dişi. Raif efendinin naïf ve kırılgan ruhunun farkına varabilecek kadar da zeki ve duyarlı.
Işte böyle yanyana bile gelmesi düşünülemeyen (yazara gore ) iki karakterin akıl almaz aşkı.
Şu kadarını söyleyim ,ailemden biriymiş kadar iyi tanıyorum her iki karakteri de,
Onların hüznünü yüreğimde hissettim ya kolay kolay da aklımdan gitmeyecekler herhalde ...
 
Birkaç alıntı size ;
 
"Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..." 
 
"Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimiz bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur"
 
"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"
 
"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!" dedi. "Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış...Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın... Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... " 
 
 
Işte böyle diyor Maria :DELİ GİBİ DEĞİL,GAYET AKLI BAŞINDA OLARAK SEVİYORUM!!!!
 
Okunmalı mutlaka diyorum :)


 







2 Ağustos 2014 Cumartesi

Veda

Duraksadı...yıllardır istersem bırakabilirim dediği ama hiç elinden düşüremediği sigarasından derin bir nefes daha aldı...
Dumanı içine çektikçe daha mı hafifliyordu sanki yarası? Öyle hissediyor olmalı ki peşpeşe üçüncüyü içiyordu .belki de nikotinin kendisini uyuşturmasını istiyordu? 

Uyuşmuş
Unutmuş
Yaşamamış
Görmemiş
Duymamış
Yazmamış
Konuşmamış olmak istiyordu...
Yok olmaktı bunun adı!!!
Tek istediği buydu...

O anda bir balığın hafızasına sahip olmayı ne kadar da isterdi oysa.
Tıp bunu başarabilir mi acaba diye düşündü alaycı bir ifade ile.
Başaracaksa da bunu göremeyeceğim diye iç geçirdi.

Aslında öyle güzel bir geceydi ki ; pekala bunun keyfini çıkarabilecek kapasitede biriydi.Ne olmuştu? Beynini bu kadar ele geçiren "yok olma" fikrine ne itmişti onu? Biliyordu ama kendine bile itiraf edemiyordu.Beyninde dolaşan kemirgenin her ısırışı kalbini sızlatıyordu ve bu acı bitmediği sürece de fikrini değiştirmeye niyeti yoktu.Yaklaşık 3 ay olmuştu beynine iblisin girişi ,bu kadar zamandır ikamet ediyorsa kalıcıdır artık dedi ve bir sigara daha yaktı dalgalara karşı...Son'du...Yavaş yavaş çekti içine...Son'a yaraşacak şekilde...Gözlerini kapattı ve o tanıdığı koku'nun son kez burnuna gelmesini arzulayarak derin bir kokladı havayı.Öyle ya herşey unutulabilirdi,ama kokular asla...
Biri galip gelmeli dedi bu çıkmazda.Ya emanet edecekti bedeni ile ruhunu o iblise ya da o beden buna izin vermeyecekti.Çok düşünmüştü bu güne kadar, artık "nasıl yapmalı" düşüncesi kendini "kesin yapmalı " ya bırakınca da önünde hiç bir engel kalmamıştı...
Ayağa kalktı, önünde uzanan uçsuz siyah deniz onu çağırıyordu...Huzurluydu,bitiyordu herşey...Kollarını açıp bıraktı kendini kayalardan aşağıya...
(.....)
Neden sonra açtı gözlerini...suyun üzerinde belli belirsiz gördüğü cansız yüzen bedeni içine kocaman bir huzur yüklemişti.Bu kadardı işte ,başarmıştı.
Son nefesi çekip sigarasını söndürdü ve denize fırlattı...
Vazgeçemem dediklerinden sıyrılmanın verdiği mutlulukla adımlarını attı yeni hayatına...
Her ne olursa olsun bu kocaman hayat kucağını açacaktı tekrar ona.
Döndü ve bu güne kadar dilinin varamadığı o kelimeleri söyleyebildi dudakları.
-hoşçakal inanmışlığım,inandırılmışlığım!!!



1 Ağustos 2014 Cuma

Haddimden Bildiriyorum

"Ne kadar çok sevmişim seni,unut unut bitmedin..."
Böyle bir hayıflanmayla başlıyor ve adamın aşkını anlatışına hayran kalıyorsunuz.Kah gülüyor,kâh üzülüyor,kâh kıskanıyorsunuz...
Kıskanıyorsunuz ;çünkü "ulan böyle de seven bi adam olur mu ?" dedirtiyor...
Terkedilmişliğin üzgünlüğü , sevdanın gururu hiçe sayması,Aşkına çağrı, belki biraz intikam ,özlem,umut,kızgınlık vs hepsi var , hepsi kere hepsi var hatta ama  bunlar "cengizce" anlatılıyor ya işte işin en eğlenceli ve dokunaklı yanı da bu...
Bi kere tarzı o kadar farklı ki , o kadar alakasız kelimeleri bir araya getirerek öyle bir cümbüş oluşturuyor ki Cengiz Aydın'a hayran olmamanın mümkünatı olmuyor...
Kesinlikle okuyun, hatta defalarca elinize alıp da tekrar edeceğinize adım gibi eminim :)