20 Aralık 2014 Cumartesi

Sanrı

Kendini mesleğine adamış başarılı bir doktor olan Tamer'in etrafında başlayan olaylar dizininin, birbiriyle hiç alakası olmayan kişileri biraraya getirmesini soluksuz okuyorsunuz.
Tamer'in ilaçlara ve bileşenlerine karşı olan tutkusu onu önce hapishaneye sonrasında da şizofreni teşhisiyle hastaneye düşürüyor.Tedaviye devam şartıyla taburcu olmasıyla normal hayata başladığını sanıyorsunuz ancak işte tam da burada yazar ustalıkla okurlarını ters köşeye yatırıyor.
Herşey şizofren doktorumuzun kanser denen illetin üstesinden gelecek ilacı bulması ile başlıyor ve onu ele geçirmeye çalışan insanların yaptığı olaylar örgüsü ile devam ediyor.Tutku, hırs, özveri,güven,düzenbazlık ,sahtekarlık ,aşk, aldatma vs...Olayların gerçek mi , yoksa sanrı mı olduğuna okurken gerçekten karar veremiyorsunuz.
Hem bu kadar yalın bir dil kullanıp hem de giz duygusunu olabildiğince okuruna geçiren yazarın ilk romanı olmasına rağmen dahasının geleceğine eminim, gelmesini umuyorum :) 
Bir sayfa daha , bir sayfa daha diye diye bir çırpıda biten bu kitabı edininiz , okuyunuz :)
Son olarak kitabın kapağında yer alan ve beni iliklerime kadar etkileyen cümleyle bitiriyorum "Yaşadığın her şey bir illüzyondan ibaretse,şimdi kaybolma sırası sende..."


30 Kasım 2014 Pazar

Abim Deniz

Inanılmaz bir kitap, tek kelimeyle çok etkilendim.
Ailesi tarafından yıllarca saklanan mektuplar, fotoğraflar,kartpostallar,belgeler o kadar dokunaklı ki...Söylenecek, hatta haykırılacak o kadar çok şey olmasına rağmen ,az önce kitabı bitirmiş olmanın düğüm düğümlüğü ile ne yazsam kifayetsiz kalacağının farkındayım.
Can Dündar'ın ustalığı ve ailenin içtenliği aldı götürdü beni.
Kâh tebessüm ettirdi
Kâh gözlerimi sulandırdı
Kâh "kahretsin bunu da mı yapmış devlet" diyerek isyan ettirdi...
Çok başka...
Deniz Gezmiş'in bambaşka hallerini bilme fırsatı yaratan bu kitap mutlaka okunmalı.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Şibumi

Hani bazen hiç bitirmek istemezsiniz ya,okurken filmi çekilse diye hayal edersiniz,hatta kimlerin oynayabileceğini bile kurgulattırır kafanızda...İşte öyle bir kitap Şibumi.Sahneler o kadar canlı ki okumuyor izliyorsunuz.
Katya'nın Yazı'nda da bahsetmiştim yazarın sıradışılığından ,Trevanian takma adı ile,kim olduğunu ,nerede yaşadığını gizleyerek 10 adet kitap yayınlamış,2005 yılında ölümü ile gerçek kimliği açığa çıkmış ( Rodney William Whitaker ) ancak vasiyeti gereği mezarının yeri dahi sır olarak saklanmıştır.

Kitaba adını veren Şibumi; bir yaşam felsefesi...
 "Anlatılamayacak bir niteliği tarif etme çabası.Bildiğin gibi Şibumi,sıradan,olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır.Şöyle düşün.O kadar doğru bir söz ki cesaretle söylenmesine gerek yok.O kadar dokunaklı bir olay ki,güzel olmasına gerek yok.O kadar gerçek ki,sahici olmasına gerek yok.Şibumi demek bilgiden çok anlayış demek.İfade dolu bir sessizlik demek.Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek..." syf:84
Böyle anlatılıyor kitabımızın baş kahramanı Nicholai Hel 'e Şibumi ,onu yetiştiren Japon general Kişikava Takaşi tarafından.

Nicholai Hel,yarı rus, yarı alman asıllı , Şanghay 'da doğup, bir Japon generali tarafından büyütülmesi dolayısıyla yedi dili anadili gibi konuşabiliyor. Üstad Oteka San tarafından öğretilen ,özü Tao felsefesine dayanan Go oyununu yaşıyor hayatının her anında.Ayrıca sahip olduğu yakın algılama yeteneği ve kalem ,plastik bardak ,kağıt gibi materyallerle silahsız insan öldürebilme kabiliyeti sayesinde dünyanın en çok kazanan ve korkulan kiralık katili oluyor.Fanatizm derecesinde de amerikan karşıtı kahramanımız.
Bask bölgesinde inşaa ettiği şatosunda emekliliğe ayrılmanın keyfini cariyesi Hana ile sürdürdüğü sırada hasıl olan olaylar ve bir gönül borcu dolayısıyla eski işine geri dönüş yapmak zorunda kalıyor.
Karşısında CIA 'den bile güçlü Ana Şirket var.Temel amacı para kazanmak olan Ana Şirket tüm örgütlerin birleşimi niteliğinde.
Münih olimpiyatlarında atletlerin öldürülmesi üzerine kurulan Münih Beşlisi isimli gruba mensup iki kişinin; Ana Şirketin  Roma havaalanında düzenlediği çok kanlı çatışmada öldürülmesi ile başlayan olaylar dizini...Bu katliamdan şans eseri kurtulan Hanna Stern 'in( aynı zamanda Münih Beşlisinin de bir üyesi )  amcasının dostu olarak bildiği Nicholai Hel'in yanına gitmesi ile devam ediyor.
Gerek olayların kurgusu,gerekse karakterlerin gerçekçiliği ile kitap doyumsuz bir tat bırakıyor.Daha önce nasıl okumamışım diye hayıflandırıyor insanı.O kadar çok detay ve anlatılası şey var ki içinde özet bile geçilemeyecek kadar yoğun olaylar ve duygu seli barındırıyor 445 sayfanın herbiri...
Ben çok ama çok beğendim...Mutlaka okunulası.... 




21 Ekim 2014 Salı

Kolera Günlerinde Aşk

Kaçınılmaz bir şeydi : Acıbadem kokusu ona mutsuz aşkların yazgısını hatırlatırdı hep...
19.yy 'ın sonlarında geçiyor roman.
Zengin bir tüccarın kızı Fermina Daza, telgraf memurluğu yapan Florentino Ariza ve kolera günlerinin en mücadeleci karakterlerinden biri olan zengin ,aristokrat Dr. Juvenal Urbino üçgeninde geçen 50 küsur yıllık bu ilişki insanı derinden etkiliyor.
Fermina ve Florentino'nun ilk bakışta gerçekleşen ve mektuplaşmadan ileri gidemeyen büyük aşkı, bu aşka karşı çıkan babanın kızını uzaklaştırması ve nihayetinde başka biriyle evlendirmesi...
Herşey bitti gibi görünüyor değil mi ? Halbuki herşey Florentino için yeni başlıyor. 
Hayatının aşkına ulaşabilmek için tam 53 yıl 7 ay 11 gün bekliyor, bıkmıyor, pes etmiyor ve aşkının ona bir gün mutlaka döneceği umuduyla yaşıyor bu yarım asrı...
Aşk uğruna çekilen acının kutsallığına inandırıyor bizleri Florentino.Hayatına giren onca kadın olmasına rağmen kendisini hep Fermina Daza'nın eşi olarak  düşlüyor ve buna ulaşabilmesi için tek yolun Dr.Urbino 'nun ölümü olduğu gerçeği üzerine hayatını idame ettiriyor.
"Belden aşağısı bedenin aşkıdır, belden yukarısı ruhun" sözüyle de bence yaşadığı hiç bir kadının ruhunun aşkı olamadığı gerçeğinin üzerini vurguluyor ustaca.
Aşk romanı olmasına rağmen içinde toplumsal sorunların, iç savaşın,ebeveyn ilişkilerinin , kolera salgınının , sağlıksız yaşam koşullarının da kaleme alındığı bu Nobel ödüllü yapıtı; okunması gerekenler listenize hiç düşünmeden ekleyin derim ben.

28 Eylül 2014 Pazar

Puslu Kıtalar Atlası

"Çünkü her baba oğluna bir şeyler öğretmek,ona doğru ve gerçek olanı göstermek ister.Oysa benim sana düşlerimden başka verebilecek bir şeyim yoktu"

"Sen gerçekten benim babam mısın? Peki annem kim?Sen kimsin?Bu evin geçimi nasıl sağlanıyor?Pazara giderken bana verdiğin akçeleri nereden buluyorsun ?Günlerdir yemeden içmeden nasıl yaşıyorsun ?Kimsin sen ? "

Konstantiniyede geçen masalsı olaylar, düş ve gerçeğin birbirine karıştığı, okurken insanın içinde garip bir huzurun vuku bulmasına sebebiyet veren farklı bir anlatım...
Bünyamin'in , babasının kendisi için düşlediği hayatı farkında olmadan yaşaması üzerine kurgulanmış bir masal.
Masal diyorum çünkü hakikaten o tadı aldım.
Uzun İhsan Efendi 'nin "düşlüyorum, o halde varım" "düşlerimle her şeyi yapabilirim" teorisiyle kaleme aldığı atlası oğlu Bünyamin'e emanet etmesi ve kaleme alınan tüm enteresan olayların, mütevazi ve silik bir kişilik olan Bünyamin'in başına bir bir gelmesi ve onu kahramanlaştırması...

Gerçeklere artık inanasınızın kalmadığı bir dönemde iseniz, güzel bir akıl kaçamağı yaratıyor Puslu Kıtalar Atlası.
Masalın biz büyükler için bile dayanılmaz bir haz bıraktığı gerçeğini ve o hazzı uzun zamandır almamış olmanın eksikliğini hissettirdi bana.
Okunası bence :) hele ki hayatınızda bazı şeyler sadece hayalden ibaretse :)

15 Eylül 2014 Pazartesi

Aldatmak

Kitabın konusunun,neyi anlattığın önemini bertaraf ederek sırf Paulo Coelho yazdığı için gözüm kapalı alıp okuduğum bu roman  bende çok hayal kırıklığı yarattı.
Hatta bi ara okurken çevirmen mi acaba kötü diye düşünüp Paulo Coelho'ya toz kondurmamaya çalışsam da malesef eski kitaplarının hazzını alamadığım için yazara kızdım bile :)
Linda hayatta bir insanın sahip olmak isteyeceği tüm şeylere sahip olmasına rağmen içinde bulunduğu tarifsiz mutsuzluğun sebebinin peşinden sürükleniyor.İlaç kullanıp hissizleşmek yerine bunun üzerine gitmeye çalışıyor,yaşadığını hissetmek istiyor.
Bu girdabın içinde bocalarken öğrenciyken sırıksıklam aşık olduğu Jacob ile yolları kesişiyor.O andan itibaren eksik olan şeyin ne olduğunu bulduğunu sansa da olaylar örgüsü yanılmış olduğunu bir tokat gibi Linda'nın yüzüne vuruyor.
Aslında tek istediği sevgisini paylaşmak,sevgisiyle bir insanı mutlu edebilmek olsa da imkansızın farkına varması ile yıkılan kalbi ,yaşadığı kaybolmuşluk ; içindeki sevgiyi bile köreltiyor...
Konusu,kurgusu,anlatımı bana çok yavan geldi,benim gibi Coelho hayranı iseniz okumamış olmamak adına okunabilir.
Ama beklentiniz yüksekse üzülerek söylüyorum malesef beklentiyi karşılamıyor :(

7 Eylül 2014 Pazar

Deliduman

Tam bir Deliduman Çağlar Iyice.17 yaşında olmasına rağmen hayatın getirdikleri ve götürdükleri sebebiyle olması gereken yaşın çok üzerinde olgun. Çok sevdiği kız kardeşini , depresyondaki annesini, işe yaramaz dayısını,görmek istemediği babasını ve en yakını Cengiz'i anlatıyor bize kendi dilinden.Kıyıdere ilçesinden İstanbul'a,Gezi Parkı'na uzanan,isyanın başrolde olduğu bu roman bana gereğinden fazla uzun geldi.Aslında güzel bir hikaye, ancak tekrara çok sık düşmesi,çok çok fazla detaya girmesi beni yordu açıkcası. Çok büyük bir hevesle okumaya başlamış olmama rağmen "bu kadar küfüre gerek var mıydı? " diye çok geçirdim içimden. Velhasıl kelam sadece bitirmek amacıyla okudum denilebilir :( Her ne olursa olsun emeğe saygım sonsuz.içinden kendi dünyanıza ait birşeyler bulabilir olma ihtimali doğrultusunda yine de bu kadar popülariteye sahip bu kitabı okuyun diyorum 😉

24 Ağustos 2014 Pazar

İş İşten Geçti

Jean Paul Sartre'nin bu enteresan konulu kitabını çok büyük bir merak içinde aradım.
Ilk baskısı 1955 yılında yapılmış, benim elime zor zahmet geçen baskı 1969 yılına ait...
İki farklı statüye sahip insanın ölümden sonra karşılaşmasını ve aralarındaki aşkı konu alan kitapta Sartre'nin hayalgücü insanı şaşırtıyor...
Film gibi izliyorsunuz Eve ve Pierre'nin başından geçenleri...Herşey 140.maddenin iki ölünün karşısına çıkması ile başlıyor ;
Onlar birbirlerinin ruh eşi olduklarını 24 saat içinde kanıtlayabilirlerse, sevgilerini herşeyin üzerinde tutabilmeyi başarabilirlerse ; yeniden yaşama geri dönecekler...Kanıtlayamazlarsa da tekrar ölüler diyarına geri dönecekler...
Evet 24 saat!!! Sadece 24 saat içinde hem aşklarını ispatlayacak , hem de yarım kalmış işlerini halletme arzusuyla her ikisi de bu maddeyi kabul ediyor...
Eve , kendisiyle parası için evlenmiş olan kocası tarafından zehirlenerek öldürülmüş olduğu için , geride kalan kızkardeşini bu adamdan kurtarmak için geri dönmek istiyor...
Pierre , bir direnişçi ve komploya kurban edilerek kurşunlanıyor...Bir ölü olarak dirilerin arasında gezerken öğrendiği birtakım planları arkadaşlarına aktarmak ve davalarında kazanmış olmak amacıyla geri dönüp arkadaşlarına kurulması planlanan tuzaktan uzak durmalarını söylemek amacıyla geri dönmek istiyor...
Halbuki madde ne diyor ? "Aşkınızı yaşayın , sevginizi herşeyin üzerinde tutun"
Ve malesef insanoğlunun zamanında herşeyi yapabilecekken ,iş işten geçtikten sonra aklının başına gelmesi...
Hep böyle değilmidir???
Kısa kısa sahnelerden kurulu,içinde yazarın yorumu ve tahlili olmadan ,sadece insanların yaşadığı senaryo-roman tarzı bu kitap bize zamanın kıymetini çok derin bir şekilde anlatıyor...
Temin edebilirseniz okunması tavsiye :)

8 Ağustos 2014 Cuma

Kürk Mantolu Madonna

 
 
1911'li yıllarda kaleme alınmış olmasına ragmen ,bu kadar sade ve doyumsuz anlatım; beni , Sabahattin Ali'nin bugüne kadar hiçbir kitabını okumamış olmamdan dolayı utandırdı.
Hatta öyle bir detay var ki ,olayın gerçekliğinin bence en büyük ispatı ve ben bundan çok etkilendim.Yazar, romanın ikinci kısmı olan Maria Puder ile yaşanan ilişkinin anlatıldığı kısmı askerde iken kaleme almış.Ve sağ kolunun çatlamış olmasına aldırmadan ,sıcak suyun içinde kolunu bekletip ,yumuşattıktan sonra kaldığı yerden devam ediyormuş. Bu aşk değil de nedir ? yazmaya ya da Maria Puder 'e...Her kime veya neye ise...
 
Sıradan, hatta belki de sıradan bile denilemeyecek kadar yok sayılan bir adam Raif Efendi.Bir taraftan hayat onu görmemiş, diğer taraftan o hayatı hiçe saymış.
.Kalabalığın içinde yapayalnız.Kimseye ihtiyaç duymuyor,kimsenin varlığı onun ruhunu etkilemiyor.Tek inancı kalbi ,bir zamanlar derinden sarsılan ve  iki kişilik olan kalbi.
Bu kadar sessizliğin, kendini kapatmışlığın  altında gizli, gümbür gümbür hüzünlü ve gerçek bir aşk hikayesi
O kadar içimizden biri ki Raif Efendi kitabı okudukça kesinlikle bu olayın yaşanmış olduğuna inanıyorsunuz.
Bu aşkın ikinci yüzü olan Maria Puder ise güçlü ,güçlü olduğu kadar umursamaz ve bir o kadar da dişi. Raif efendinin naïf ve kırılgan ruhunun farkına varabilecek kadar da zeki ve duyarlı.
Işte böyle yanyana bile gelmesi düşünülemeyen (yazara gore ) iki karakterin akıl almaz aşkı.
Şu kadarını söyleyim ,ailemden biriymiş kadar iyi tanıyorum her iki karakteri de,
Onların hüznünü yüreğimde hissettim ya kolay kolay da aklımdan gitmeyecekler herhalde ...
 
Birkaç alıntı size ;
 
"Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak..." 
 
"Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimiz bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur"
 
"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"
 
"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!" dedi. "Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış...Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum... Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın... Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... " 
 
 
Işte böyle diyor Maria :DELİ GİBİ DEĞİL,GAYET AKLI BAŞINDA OLARAK SEVİYORUM!!!!
 
Okunmalı mutlaka diyorum :)


 







2 Ağustos 2014 Cumartesi

Veda

Duraksadı...yıllardır istersem bırakabilirim dediği ama hiç elinden düşüremediği sigarasından derin bir nefes daha aldı...
Dumanı içine çektikçe daha mı hafifliyordu sanki yarası? Öyle hissediyor olmalı ki peşpeşe üçüncüyü içiyordu .belki de nikotinin kendisini uyuşturmasını istiyordu? 

Uyuşmuş
Unutmuş
Yaşamamış
Görmemiş
Duymamış
Yazmamış
Konuşmamış olmak istiyordu...
Yok olmaktı bunun adı!!!
Tek istediği buydu...

O anda bir balığın hafızasına sahip olmayı ne kadar da isterdi oysa.
Tıp bunu başarabilir mi acaba diye düşündü alaycı bir ifade ile.
Başaracaksa da bunu göremeyeceğim diye iç geçirdi.

Aslında öyle güzel bir geceydi ki ; pekala bunun keyfini çıkarabilecek kapasitede biriydi.Ne olmuştu? Beynini bu kadar ele geçiren "yok olma" fikrine ne itmişti onu? Biliyordu ama kendine bile itiraf edemiyordu.Beyninde dolaşan kemirgenin her ısırışı kalbini sızlatıyordu ve bu acı bitmediği sürece de fikrini değiştirmeye niyeti yoktu.Yaklaşık 3 ay olmuştu beynine iblisin girişi ,bu kadar zamandır ikamet ediyorsa kalıcıdır artık dedi ve bir sigara daha yaktı dalgalara karşı...Son'du...Yavaş yavaş çekti içine...Son'a yaraşacak şekilde...Gözlerini kapattı ve o tanıdığı koku'nun son kez burnuna gelmesini arzulayarak derin bir kokladı havayı.Öyle ya herşey unutulabilirdi,ama kokular asla...
Biri galip gelmeli dedi bu çıkmazda.Ya emanet edecekti bedeni ile ruhunu o iblise ya da o beden buna izin vermeyecekti.Çok düşünmüştü bu güne kadar, artık "nasıl yapmalı" düşüncesi kendini "kesin yapmalı " ya bırakınca da önünde hiç bir engel kalmamıştı...
Ayağa kalktı, önünde uzanan uçsuz siyah deniz onu çağırıyordu...Huzurluydu,bitiyordu herşey...Kollarını açıp bıraktı kendini kayalardan aşağıya...
(.....)
Neden sonra açtı gözlerini...suyun üzerinde belli belirsiz gördüğü cansız yüzen bedeni içine kocaman bir huzur yüklemişti.Bu kadardı işte ,başarmıştı.
Son nefesi çekip sigarasını söndürdü ve denize fırlattı...
Vazgeçemem dediklerinden sıyrılmanın verdiği mutlulukla adımlarını attı yeni hayatına...
Her ne olursa olsun bu kocaman hayat kucağını açacaktı tekrar ona.
Döndü ve bu güne kadar dilinin varamadığı o kelimeleri söyleyebildi dudakları.
-hoşçakal inanmışlığım,inandırılmışlığım!!!



1 Ağustos 2014 Cuma

Haddimden Bildiriyorum

"Ne kadar çok sevmişim seni,unut unut bitmedin..."
Böyle bir hayıflanmayla başlıyor ve adamın aşkını anlatışına hayran kalıyorsunuz.Kah gülüyor,kâh üzülüyor,kâh kıskanıyorsunuz...
Kıskanıyorsunuz ;çünkü "ulan böyle de seven bi adam olur mu ?" dedirtiyor...
Terkedilmişliğin üzgünlüğü , sevdanın gururu hiçe sayması,Aşkına çağrı, belki biraz intikam ,özlem,umut,kızgınlık vs hepsi var , hepsi kere hepsi var hatta ama  bunlar "cengizce" anlatılıyor ya işte işin en eğlenceli ve dokunaklı yanı da bu...
Bi kere tarzı o kadar farklı ki , o kadar alakasız kelimeleri bir araya getirerek öyle bir cümbüş oluşturuyor ki Cengiz Aydın'a hayran olmamanın mümkünatı olmuyor...
Kesinlikle okuyun, hatta defalarca elinize alıp da tekrar edeceğinize adım gibi eminim :) 




30 Temmuz 2014 Çarşamba

Brida

Paulo Coelho benim için başlı başına bir kitabı almamın sebebi.
Brida'yı da çok büyük bir merakla aldım elime.Seviyorum mistik şeyleri:) Doğaüstü olaylar , cadılık, büyücülük, bilgelik...enteresan olabilitesi yüksek şeyler...
Nitekim yanılmadım , hakikaten ilginç olaylar dizini karşısında kalıyorsunuz.Ancak beklentimin çok yüksek olmasından mıdır nedir "kesinlikle okunmalı" tabirini bu kitapta kullanmak çok doğru olmayacak diye düşünüyorum.

Brida; genç , güzel ve doğuştan gelen özel yetenekleri olan ( fakat bunun farkında değil ) bir hatun...
Farklı...
bu farkın farkında ama???? Ne olduğunu bilmiyor.
Bunu öğrenmek, kendindeki sırrı çözmek için içsel bir yolculuğa çıkıyor..
Ruh eşi ile karşılacağını hiç bilmeden...

Büyücü ise daha ilk gördüğü anda Brida'nın onun için doğduğunu ve hayatta sadece 1 tane olabilen ruh eşi ile karşılaştığı biliyor..
Söylemiyor...
Taa ki Brida olması gerektiği kişinin kim olduğunun farkına varana kadar.....

18 Temmuz 2014 Cuma

Ölü Zaman Gezginleri

Beğenilerine çok güvendiğim,ayrıca kendi yazılarında tarzını çok sevdiğim bir arkadaşımın "tam senlik" demesi ile tanıştığım kitap...
Benim duygudurumum bunun altından kalkamaz desem de;ilk defa karşılaştığım ,cümlelerinin içinde kaybolduğum, çoğu zaman dumura uğradığım bu kitabı bir çırpıda okudum. ( öyle çırpıda falan dediğime bakmayın, aynı cümleyi defalarca okuyup, sonra başımı kitaptan kaldırıp , boşluğa dakikalarca baktırtan enteresan bir şey bu) 
Gerçek ve hayalin, varlık ve yokluğun, olan ve olması istenenin; tüyleri diken diken eden karşılaşmalarını okurken, ister istemez kendinizi de sokuyorsunuz o travmatik duruma...

Kaç kişi barındırıyoruz içimizde?
Hangisinin istediğini yerine getiriyoruz?
Hangisinin tekinsiz istekleri ele geçirebiliyor beynimizi?
Ya da bu tekinsiz , arsız isteklerden kaçar gibi bir hissiyatta olup farkında olmadan hayata mı geçiriyoruz onları...
Geçiyorsa mutsuzluğun dibini görüşümüz bu sebepten midir?
Ya da asıl mutluluk o diptedir de biz mi farketmiyoruzdur????

Ya da , ya da , ya da....

Kimimizin üstünü sımsıkı örttüğü , kimimizin varlığından bihaber yaşadığı, kimimizin de körükörüne bağlandığı biri var içimizde...Doğru ya da yanlış arada bi dinlemek lazım onu...Anlık bi mutluluk getirecek bile olsa ;göçüp gideceğimiz yere bi nebze "keşke" götürmemiş oluruz...


"Masanın birinde genç, birindeyse yaşlı ve yorgundum.Ben bana, ben bana bakıyordum.Daha sonra,bu bakışım sırasında,ayrı zamanların çakışmasından apayrı bir zaman mı doğdu pek bilemiyorum ama, birdenbire kendimle göz göze geldim"

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Kabile

Sen sen ol , sürüden olma.... Oldukça iddialı...
Eddi Anter'in kitabı, insana kendini sorgulattıran,yaşamın neresinde durmamız, ona nasıl bakmamız gerektiğini vurgulayan öğretilerle dolu...tabii almasını bilene...
Bir psikologun iç dünyasına ulaşma çabası...yapılan yanlışlar ve bu yanlışların yaşamı nereden nereye taşıyabildiği...
Bunların arasında farkındalığının farkına varması...
Aslında kişinin isterse neleri başarabileceğinin bir göstergesi niteliğinde bu kitap... Anlaşılması ve çözülmesi çok zormuş gibi görünen çıkmazların , kolayca nasıl da çözülüverileceğinin sinyallerini veriyor bence...çözüm BİZ'iz... İçimizde...o kadar  kolay ki aslında...sadece farkına varmak gereken...
Ben sevdim...Okurken altını çizdiğim ,"işte bunun hayat felsefem olması gerekiyor "dediğim bir sürü satır çıktı karşıma...
Bu dünyada emanet olduğumuz gerçeğini vurgulayan ve yapmak istediklerimizi farkında olmadan ertelememizin doğurabileceği hazin sonuçla karşılaşmamamız için ; içimizde yer alan GÜÇ ' ün keşfine yönelik öğreti dizini....
Uygulanabilir mi "Evet" !!!! Yeter ki isteyelim :)

1 Mayıs 2014 Perşembe

Deli Çocuğun Güncesi

Özgür Bacaksız'ın kaleme aldığı bu kitaba bayıldım.Bir solukta bitiyor, ama etkisi uzunca bir süre kalacağa benziyor :) Her deneme de mutlaka hepimiz kendimizden  bir parça yakalayacağız...Benim yakaladığım gibi :) 
"Büyümemde, delirmemde ve yalnızlığımda emeği geçen herkesin gözlerinden öperim "

27 Nisan 2014 Pazar

Senden Önce Ben

Aşk vardır, ona inanmaktan vazgeçme...
Kalıpların dışında bir aşk , gerçek , tutkulu ama bir o kadar da yürek burkan... 
Gözyaşlarınıza engel olamıyorsunuz herşey bittiğinde...
Çılgınlık derecesinde hayatı yaşayan Will'in tekerlekli sandalyeye mahkumiyeti ile başlayan ve onun bakımını üstlenen Loisa'nın hakikaten dokunaklı hikayesi...
Birbirine zıt iki kutup , birbiriyle kavga edip sürekli laf dalaşında bulunan aykırı iki insan...
Aşk da burda başlıyor zaten...
O kadar gerçek ki , bu gerçeklik yüreğini yakıyor insanın...
"Kader hayatımıza birilerini sokuyorsa mutlaka bunun bir sebebi vardır" 'ın romanlaşmış hali diyebileceğim bu kitap okunmaya değer...


14 Nisan 2014 Pazartesi

Shantaram

Simyacı'nın üzerine çıkabilecek bir kitap olamayacağını düşünürdüm Shantaram'la tanışana kadar...Elime ilk aldığım,sayfalarını ilk çevirmeye başladığım an'dan itibaren benim için "özel" olan bu kitap, yaşamımızda birşeyleri değiştirebilecek bir güce sahip desem abartmış olmam...Okudukça büyüleniyorsunuz ve altı çizilecek yüzlerce öğreti çıkıyor karşınıza...

***Sevgiyi öldüremezsiniz.Onu nefretle bile öldüremezsiniz.Belki sevgi halini ,aşkı öldürebilirsiniz.Onları öldürür veya ağır bir pişmanlık içinde derine gömebilirsiniz ama sevgiyi öldüremezsiniz.Sevgi sizinki dışında bir gerçekliği tutkuyla aramaktır ve bunu içtenlikle dolu dolu yaşadınız mı sonsuza dek sürer...

***Göze aldığımız her risk çözülemeyen bir gizeme sahiptir...

***Suçluluk üzerimize sapladığımız bıçağın kabzasıdır,aşk ise bıçağın ta kendisidir.Ama bıçağı keskin tutan endişedir.Sonunda hepimiz endişeye mağlup oluruz...

***Kişilik ve kimlik, bir bakıma insanlarla kurduğumuz ve birbiriyle kesişen ilişkilerimizin koordinatları gibidir.Sevdiğimiz insanlar ve onları sevme nedenlerimizle kim olduğumuzu ve ne olduğumuzu tanımlarız...


7 Nisan 2014 Pazartesi

Dijital Fotoğrafçının El Kitabı

Scott Kelby tarafından 3 cilt olarak yazılmış kitaplar, amatörce fotoğrafla ilgilenenlerin yanında, profesyonellere de ilginç tüyolar veriyor.A'dan Z'ye fotoğraf çekmek hakkında bilgi sahibi olunabilecek bir kitap dizini...
Her ne kadar Ben fotoğraf sanatının teori ile değil ; pratikle olduğunu savunsam da , rafta gördüğümde almadan edemedim :) Aslına bakarsanız iyi ki de almışım diyorum çünkü o kadar detay bilgiler ve hileler paylaşılmış ki , uygulamak için can atıyorsunuz...
Sonrası mı ? Alıyorsunuz makinanızı ve atıyorsunuz kendinizi hayalgücünüzle beraber dışarıya:) 
Okuyun , cebinizde bulunsun :) 
Işığınız bol olsun :)


Uzaklar


Şehirlerin de gizli bir iç dünyası var mıdır ki insanlar gibi...
Gündüzleri farklı mıdır gecelerinden?...
Acı çekerler mi bu ikiyüzlülükten?...
Herkes yatıp da el ayak çekildiğinde gecenin kaftanına sığınıp bambaşka bir kente mi dönüşürler?...
Can Dündar'ın gözünden şehirler,insanlar , hayatlar...
Küçük bir seyahatname olarak da nitelendirilebilecek bu eseri okuyunca; bunun çok ötesinde olduğunu ;  "gezdim-gördüm " 'den ziyade Can Dündar'ın eşsiz bakış açısıyla şehirlerin de bir ruhu olduğunu keşfediyorsunuz...
174 sayfalık kitap sizi yormadan bitiyor ve içinizde "şimdi uzaklarda olmak lazım" düşüncesi şiddetle haykırmaya başlıyor...

6 Nisan 2014 Pazar

HİÇ kimse sıradan değildir

...Bazen insanlar çok güzel oluyordu...
Görünüşleriyle değil...
Söyledikleriyle de değil...
Sadece VARLIKLARI'yla...
Markus Zusak 'ın yazdığı 455 sayfalık macera romanı bi çırpıda biten kitaplardan...
19 yaşında kendini bir hiç'miş gibi hisseden taksi şöförü Ed'in, bir anlık olayla ( banka soygunu sırasında olay yerinde olması ve soyguncuları yakalama tesadüfü) başlayan Kahramanlaşma serüveni...
Olayın ertesinde posta kutusunda bulduğu Karo As'ı... Üzerinde yazılı üç adres... Ve herbir adreste farklı bir dünya... Tüm desteyi bitirecektir, görevi budur?
Kim vermiştir bu görevi ? Bu gizemin arkasında kim vardır ? Buna aldırış etmeden kendinin SEÇİLMİŞ olma düşüncesi ile farklı hayatlara dokunmaya devam eder...O bir kahramandır...
Yüreklere dokunan , içinizi ısıtan bir Kahraman...


Çocuğunuza Sınır Koyma

Robert J.Mackenzıe'nin kaleme aldığı 340 sayfalık bir kitap.Her bilinçli anne-babanın tatbik etmesi gereken kurallar dizini gibi görünse de, uygulamada malesef etkili olamıyor...
Hele ki benim gibi ikiz çocuk sahibi iseniz kitaba bağlı bir dünyanın olamayacağını , gün gibi anlıyorsunuz...
Kitap yalın bir dille yanlış davranışlarda bulunan çocuklara;  serbest mi ? Otoriter mi? davranmalı,her iki davranış biçiminin getirilerini ve getirebileceklerini konu alıyor...Pedagoglara göre uygulanabilitesi yüksek görünen ancak ebeveynlerce tatbiki çok zor olan kurallar dizini...
Ben okudum ama okuduğumla kaldım...Haa hiç mi feyz almadım ? Aldım tabi ki...
Okunulabilir ama beklenti yüksek olmasın :)  Yok öyle bi dünya çünkü :)


Cehennem

Aslında popüler olan kitapları popülaritelerinin zirvesindeyken okumayı sevmiyorum...ilk etapta bana ticari kaygıyı anımsatıyor...Fakat işin içinde Dan Brown gibi bir guru olunca iş değişiyor:) Da Vinci'nin Şifresi'ndeki gibi kesin yine beni altüst edeceğinden emin olduğum Cehennem okunulası bir başyapıt...
Romanın kahramanı Robert Longdon'ın son 48 saatini hatırlamaz halde , başından vurulmuş vaziyette İtalya'da bir hastane odasında kendini bulması ile başlayan olaylar...
Vaziyetini sorgulama fırsatı bile bulamadan, hasta yatağında saldırıya uğruyor ve genç bir bayan doktorun yardımı ile hastaneden kaçıyor...
Ülkesinden yardım talep ettiğinde de tüm dünyada aranan biri olduğunu , hatta ve hatta öldürülmek istendiğinin farkına varıyor...
Ama kahramanımızın üstün zekası simgelerde gizli olan gerçeği kitap boyunca çözüyor ve bizler ağzı açık bir şekilde Dan Brown hakkında "insan olamaz bu adam " yorumunu yapmakta hiç gecikmiyoruz...
Floransa, Venedik ve Güzel ülkemiz Türkiye'nin tarihi yerlerinin mekan oluşturduğu kitabın konusuna gelince: insanoğlunun neslinin hızlı nüfus artışı nedeniyle yok olacağını düşünen bir genetik uzmanının yarattığı ölümcül virüs...bunu savunanlar ve Longdon gibi bunun toplu bir katliama sebebiyet vermesinin önüne geçmeye çalışanlar...
Kitapta en keyifli okuduğum yerler Türkiye de geçen kısımlardı.Yazar;  Ayasofya ,Yerebatan Sarnıcı ,Kapalı çarşı gibi mekanları ; sokak levhalarına varıncaya kadar detaylı ve güzel anlatmakta... Bir de o heyecanı bize birebir yansıtmakta...
Kitap severlerin mutlaka dimağlarında bulunması gereken bir kitap...

Katya'nın Yazı

Yazarı çok ilgimi çekmişti ilk elime almayı düşündüğümde...Düşünsenize bir adam var ; inanılmaz bilgi dolu, mistik olaylara meraklı , çok zeki , kitaplarının her sayfasında heyecanı kalbinizde hissettiriyor ...Ama kim ???? Belli değil ??? Kim olduğunu , nerde yaşadığını ölümüne kadar saklayan bu yazar Trevanian takma adı ile 10 adet kitap yayınlamıştır...şibumi ve katya'nın yazı en bilindikleridir.( şibumi'yi elimde olmasına rağmen hala okuyamamış olmanın sıkıntısını yaşıyorum :( en kısa zamanda okuyup , görüşlerimi paylaşıcam ) 
Gelelim mevzu bahis olan Katya'nın yazına...Lost 'vari bir kitap...Aşk romanı görüntüsünde başlanılan , ancak okudukça çok daha derin duyguları barındırdığını anladığınız , insanları ve ruhlarını anlatan enteresan bir kurgu...Birinci Dünya savaşı zamanında genç bir doktorun ilk aşkı...
Farklı... 
Şaşırtıcı...
Sürükleyici...
Aşk'lı....
Mistik....
Tahmin edilemeyen bir son...
Tavsiye ediyor muyum ? KESINLIKLE!!!

...sonra ayağa kalktım,şapkamı elime aldım, dudaklarıma amaçsızlık yerine yerleştirdiğim garip gülümseme ile onun yanıma varmasını bekledim.
  Karşımda durduğu zaman "küçük hanım ? " dedim
  "Siz doktor Montjean mısınız?"
  "Hayatın bana yüklediği yüklerden biri de o , evet " dedim...
Yalnız kaldığım zaman çeşitli sosyal karşılaşmaların provasını yapmak ve basit sorulara kültürlü ve ilginç sandığım cevaplar geliştirmek, başta gelen meraklarım arasındaydı....

(Ölümünden sonra kimliği ortaya çıkan yazarın gerçek adı Rodney William Whitaker'dır.2005 yılında ölmüş , ve yine giz geleneğini bozmamak adına mezarının yerinin kimse tarafından bilinmemesini vasiyet etmiştir ) 

5 Nisan 2014 Cumartesi

Yarim Haziran

Can Dündar...Kıvrak zeka ve duygusallığın birleştiği, Yarim Haziran'daki 44 denemede bunu yine, yeniden ortaya koyan üstad...
Bazı kitaplar vardır insanların hayatında "özel"diye adlandırdıkları...işte onlardan birisidir bende bu küçük mavi kitap...
En sevdiğim mi ? 
Aralarında seçim yapmak inanın ki çok zor...
Kaç kopyayız biz? ,Keşke, Özleme dair...
İçine Atan ; işte benim ruhuma en dokunan...
*Suskunluğundan tanırım O'nu...Yüzünde her daim nöbete duran ve içindeki depremi maskeleyen gülücüğü bilirim.
O depremin yüreğinde açtığı derin yarıklardan en küçük bir iz yansımasa da yüzüne, aşinayım ketumiyetine...
Bilirim ki, kabil olsa da, ters çıkarılmış bir kazağı düzeltir gibi içten kavrayıp dışa çevirseniz ruhunu,sanki yıllar yılı söylenmeyip saklanmış,dilin ucuna kadar gelip tutulmuş, tam haykırılacakken içe atılmış yüzlerce sözcük, hafızaya kelepçelenmiş binlerce söz, dile getirilmemiş onbinlerce itiraz, akıtılmamış onca gözyaşı ilmek ilmek çözülüp saçılıverecektir ortalığa...
Ama O Konuşmaz.
Sabırla dinler, sitemsiz kabullenir ve ruhunun derinliklerine gizlediği çekmecelerde özenle saklar içine attıklarını...
Sadece kendisiyle baş başayken açar onları..
.....
.....
Oysa ne kadar gizlemeye çalışsa da içindeki fırtınanın birilerince farkedileceği umudunu hep korur.Suskunluğunun herşeyi anlattığını sanır.Sanki onca gürültü içinde birileri gözbebeklerini okuyacak ve konuşmayı bilmeyen bir çocuğun derdini anlar gibi , iç dünyasında çağlayan nehrin sesini duyacaktır.Başını sessizce öne eğişinden, sitemkar imalarından, dargın yalnızlığından derdini anlayacak, şifresini çözüp sessizliğini sese çevirecek birini bekler umarsızca...
Oysa gürültünün çağında, kimselerin vakti  yoktur, anlatmayanın derdini anlamaya...
....
....
Tanırım O'nu...
Sessizliğin erdem sayıldığı bu özel dünyanın suskunları bilirler birbirlerini
Çareyi de bilirler.
Gözbebeklerine bakıp ruhunda kaynayan volkanı sezecek ve şevkatle içeri sızıp O'nu yukarı çekecek bir dost elini umutla beklerler...
Beynine ancak o dost eli uzanabilir.
O yoksa yedeği kurşundur.

Empati

Farklı kurgusu , sıradışı anlatımı ve akıcılığı ile 639 sayfa olan Empati ' yi kısa sürede bitirebiliyorsunuz...Olasılıksız'dan çok etkilenmiş olan ben , Adam Fawer 'dan daha neler çıkabilir acaba merakıyla hiç düşünmeden Empati'yi aldım ve okumaya başladım...
Yine yanıltmadı...
Aslında zor bir roman,ara vermeden okumak gerekiyor, çünkü herşey birbirine bağlı...2007 den başlayıp, bi anda 1990 'a gidiyor ve işte o satırlarda "hadi canım sende", "oooo" , "yok artık" 'lar dilimizden dökülmeye başlıyor...Sonra bir bakıyorsunuz tekrar 2007'de ve kitabın vurucu anı olan YARGI GECESİ'nde buluyosunuz kendinizi...
Kitabın konusunu oluşturan empat'lar çok nadir insanlarda görülen özelliklere sahip.Birtakım manyetik güçler ile karşısındaki insanın düşüncelerini değiştirebiliyor , bükmek adı verilen sistemle beyinlerine girip, onları mutlu, öfkeli , huzurlu, korkulu... yapabiliyor...
Ailelerinden koparılan iki empatın (Elijah ve Winter ) yetenekleri geliştirilerek küresel çıkarlar için kobay gibi kullanılmasını soluksuz okuyacağınızdan eminim...
Yine Adam Fawer felsefeyi , bilimi ve dini birleştirmiş ve ortaya sıradışı bir roman çıkarmış...
***Insan her istediğini yapmakta özgürdür,ama buna kendisi karar vermez.Karar veren arzularıdır, insanoğlu arzularının kölesidir.Yani aslında insan özgür değildir!!!
 ***Sadece arka kapağı bile yeterince ilgi uyandırıyor bence ;) keyifli okumalar...

Olasılıksız

Adam Fawer 'ın kaleme aldığı , 2006 yılında yayınlanan bu kitap ; ilk sayfadan itibaren büyüleyici bir özelliğe sahip.Yazardaki hayalgücünü kıskanıyorsunuz bir kere:) " nasıl yani ? Yok artık ? vs..." gibi cümleleri kitabın son sayfasına kadar tekrar edeceğinizden eminim benim gibi.... abartmıyorum :)
Kitabın kahramanı David Caine...enteresan bi tip...Olasılık, istatistik üzerine uzmanlaşmış bir eğitim görevlisi..Aynı zamanda bir kumar tutkunu...Kazanma olasılığının yüksek olması nedeniyle tüm parasını son oyununda ortaya koyar ,ancakkkk %1 gibi düşük bir olasığın gerçekleşmesi ile beş parasız kalır ,ayrıca Rus mafyasına da binlerce dolar borçlanır ve olaylar zinciri başlar...
Hayatımıza dair aldığımız en ufacık bir kararın, ya da tek bir hareketin hayatımızın akışını nasıl bir anda değiştirebileceğini şaşkınlıkla okuyacaksınız...
Hepimiz yaşamışızdır ; 10 dk önce aklımızdan geçen bir arkadaşımız ,telefonun diğer ucundan bize alo diyordur....Bu tesadüf müdür ? Yoksa başka bir anlamı mı vardır ? 
Ya da ( bende çok olur ) "ben bu an'ı yaşamıştım " ... Deja-vu... Açıklanabilir bir şey midir ? Bunun kontrolü bizde midir? 
Rüya, şans, tesadüf,his hepsi aslında belli bir sistematik süreç midir? 
Ben çok etkilendim Olasılıksız'dan...
472 sayfa olan bu kitap sonu sürprizli olanlardan :)
Matematik, bilim , felsefe ancak bu kadar etkileyici bir şekilde bir araya getirilebilir diyorum ve şiddetle tavsiye ediyorum .

Simyacı

Simyacı... Felsefesini kendime ezber ettiğim ve hayatımın belli dönemlerinde olmak üzere 3 kez okuduğum , tekrar tekrar okumaktan bıkmayacağım ve her okuduğumda farklı dersler alacağım yegane kitap... Başucu kitabım...
Paulo Coelho 'un 1988 de yazdığı felsefi bir roman...176 sayfa...
Kitaplarla arkadaş olan Santiago isimli bir çobanın masalsı hikayesi...
Bir kişinin kendi isteklerine ulaşmasının en güzel yolu, bu isteklere ulaşması için yine kendi verdiği kararlardır...Yazgısını elde etmeye çalışan maceraperest Santiago'nun ispanyanın bir köyünde başlayıp ,Mısır piramitlerine kadar varan ve zaman zaman yaptığı nokta atışlarıyla ağzımızı açık bıraktıran yolculuğu...
***Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz.Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek.Böylece kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana...

yeni bloga merhaba!!!

severim okumayı...alır başka diyarlara götürür...kah çılgın bir savaşcı olursunuz,kah gözü kara bir aşık,kah seri cinayetler işleyen bir katil..hangi kahramanın yerine geçerseniz geçin ,kitap sığınılacak bir limandır benim lügatımda :)
niyetim penceremden gördüklerimi sizlere aksettirmek, belki kıyıda köşede kalmış ,sessizce okunmayı bekleyen bir kitabı raflarınıza ve kalplerinize kazandırabilmiş olmak ;)
keyifli okumalar....